KOMÜNİST HAFIZASI by Jasna Koteska (2010) in Turkish


Jovan Koteski, Jasna Koteska
December 2000
Trio
2007

Published by: Goethe.de (link)
Translated from Macedonian into Turkish by Oktay Ahmed.
An excerpt from the bookCommunist Intimacy (2008)





KOMÜNİST HAFIZASI
Jasna Koteska

Makedon yazar Jasna Koteska’nın bir denemesi, Oktay Ahmed’in çevirisiyle.

Karşılaştırma Sayıları
Yovan Koteski
Karşılaştırma Sayıları

Çocuklarım Vasil ve Yasna’ya

Hapis yıllarımda
Hapishane numaram 6412’ydi.

Homeros’un “İliada”sında
6412. dize şöyle:
“Şimdi babanız için
İğrenç yanlışı ödeyeceksiniz”.

Bazen bazı şeyler
Zaman ve mekânda
İsteğimizin dışında da kafiyeleşiyor.
Yapılacak bir şey yok.

(“Cankor” kitabından, 1990)

Yıllarca, babamın bu dizelerini bir yanlış olarak okuyordum. Babamın dosya numarası 5622’ydi, dolayısıyla 6412 numarası hiçbir surette doğru olamazdı. “Yovan Koteski. 5622 numaralı dosya” adı altında dosyasının analizini ilk defa bir dergide yayınladığımda, dosya numarası başlıkta kaldı, belki de bu dizelerin tahmin ettiği gibi, Homeros’lu, bir kader diyaloğu çağrısından bilinçsiz kaçışım olsun diye.

Benim için bir nevi “ferahlama” olan, aynı zamanda babamın öte yandan verebileceğim cevabı kabul etmek zorunda olduğu anlamındaydı. Ancak bu kitabı yazarken, babamın bahsettiği numaranın, aslında dosyaya değil, hapishaneye ait olduğunu birdenbire anladım. O an, aksine, şiirin son dizesini tek ihtimal olarak ilk defa kabul ettiğim andı.

Bir Otobüste Kalan Duygular

Babam şairdi. Sonraları öyle bir mesleğin var olmadığını söylediler. Babam benim aşkın, sevincim ve gururumdu. Yine de, çocukluğumdan nefret etmediğim bir sokak bile yok. Şimdi kentin diğer tarafında yaşıyorum ve Karpoş 4 semtine her gidişim içimde depresyon yaratıyor. Çocukluğumda, arkamızı üçer defa dönmeden babamla el ele hiçbir sokak gezmedim. O beni zorlamasa da, ben onu zorluyordum. Hem veli ve çocuk, hem de müttefiktik. Fakat bu, babamın biyografisi değildir. Gezegenimizin tüm insanlarından, ebeveynimizi en az tanırız. Bu, Hegel’in diyalektiğidir ve aksisini iddia etmek çok yanlış olur. Tanrıya çok şükür, babam ölümde bari kendi özgürlüğüne kavuştu. Herkesten. Kendi çocuklarından da. Babam şiirleriyle hatırlarda kalmak istiyordu. Onlar kendi biyografisidir.

Bu birkaç sıra benimdir. Babamı, kader adı “Yosip Broz Tito” olan liseye ilk gittiğim sabah hapsettiler. Diğer arkadaşlarımla evraklarımı okula götürdüm. Hepimizin aynı beşleri vardı. Diğerlerinden farklı olarak, benim birçok diplomam da vardı. Diğerlerinden farklı olarak, benim adım listede yoktu. Aslında vardı, ama çizginin altında. 2 Eylül 1985 sabahı, saat 6’da, hapsedilmeden bir saat önce, ilk okul dersine beni gönderirken, babam beni sakinleştiriyordu. Mutlaka bir yanlışlık vardı, kabul edilmemem imkânsızdı, mutlaka kabul edeceklerdi. Gerçekten de, listede çizginin altından silinip, tükenmez kalemle çizginin üzerine eklendim. Babama bu sevinçli haberi iletmek için, koşarak eve döndüm. Ancak babam artık evde değildi. 30 kişilik sınıfta, 35. öğrenciydim. O zaman, diğer dört kişi gibi, fazlalık olduğumu düşünmedim. Biz beş kişinin hangi başka günahları vardı, hiçbir zaman anlayamadım. Ondan sonraki yıllarda, liseme çok sayıda diploma getirdim. Ondan sonraki yıllarda, bir zamanlar beni kabul etmeyi unuttuklarını unuttum. Ve adımı listeye UDBA’nın1 adamlarının eklediği hiçbir zaman hiç aklıma gelmedi. Bugün, bildiğim her şeyimi, aslında onlara borçlu olduğum çıkıyor. Dolayısıyla, bu kitabı onlara adamam çok mantıklı geliyor.

Lisemizin, “Metalski Zavod Tito” (Tito Metal Kurumu)’da pratik eğitimi vardı. Orada, sosyalizmin çalışma süreciyle tanışıyorduk. Fabrika, Üsküp hipodromu yakınlarındaydı. Diğerleri atları takip etmek için örgütlenirken, ben işçi sınıfıyla kalıyordum. O dönemde hipodrom atlarına, İdrizova hapishanesinin mahkumları bakıyordu. Atlarında yanında eğer babamı görürsem, ne yapabileceğimi bilemeyeceğimden korkuyordum. Bir defa okul kütüphanesinde, kütüphaneci babamın büyük bir insan olduğunu fısıldadı. O ay babama gönderdiğim mektupta, kütüphanecinin ona selâm gönderdiğini ve büyük adam olduğunu yazdım. Babam, mektuplarımda artık hiçbir isim anmamamı, insanları incitmememizi söyledi. Mektuplarım, eğer tabiri caizse, daha da soğuk oldu.

Kendi travmalarından hatıraları var diyenler, yalan söylüyor. Travmadayken, paralel dünyalar kuruyorsun. İdrizova’ya doğru dopdolu otobüste sıkışırken, her zaman bir sahneyi düşünüyordum. Hiç olmayan köpeğimi kent parkında gezdirdiğimi. Her zaman aynı sahne, her zaman aynı köpek. İdrizova önündeki kantinde saatlerce bekler, ana kapıya doğru bakardık. Ziyaretçiler ya çok gürültülü, ya da çok sakindi. Aramızda hiçbir anlaşmazlık yoktu. “Yemekhane” dediğimiz bir büyük salona alıyorlardı bizi. Yemekhanelerin çok samimi olmalarına rağmen, burada hiçbir şey özel değildi. Biz her zaman “bizim” masamızda, kantinde satılan beş aynı ürünün üzerinde satıldığı büfenin solunda, otururduk. Her zaman aynı masa, her zaman aynı beş ürün. Babam her zaman ilk çıkardı. Arkasında iri yapılı mahkumların itişmelerine rağmen, bu küçük bir iş değildi. “Bizim” masamızda oturunca, ne çok, ne de sesli konuşurdu. Bizim solumuzda her zaman polis dolaşırdı, ki Lenin misalinde, o zamanlar milis diye adlandırılırdı. Sonra da aynı otobüsle geri dönerdik. Pencere camına yapışır, açık gözlerle benim parktaki köpeğime bakardım. İtiraf etmek gerekirse, kent parkı bana gün bugün iğrenç geliyor.

Babamın dosyasını incelemeye başladığımda, çok acil, çok kişisel bir ihtiyaçtan hareket ediyordum. Babamın ispiyoncularının kimler olduğunu, bunu neden yaptıklarını anlamaya bayılmıyordum. Büyük tarihi anlama ihtiyacından hareket etmiyordum. Yugoslav komünizminin mantığını, hele hele Makedon komünizminin palanka versiyonunu çözmek istemiyordum. Bütün bunlar sonradan duyguların, nihayet fark eden veya edilebilenlerden kurtulduklarında geldi. Devam edebilmem için, bunları bir durakta bırakmam gerekiyordu. Bizim, biliyorsunuz, aslında o zamanlarda otobüslerimizin durabileceği çok fazla durak da yoktu...

Şahsen kendim için, ailemin geçmişiyle barışmak istiyordum. Bir geçmiş kayıp, bir tanınmayan hüzün hissediyordum. Hüznünü açığa vuramayan bir insanın nasıl bir hüzün yüküyle yaşadığını bir an için düşünün. Başlangıç anı benim için Judith Butler’in “Antigone’un Talebi” (2000) kitabını okurken geldi. Birinci bölümün son paragrafında şöyle yazıyordu: “Antigone, kendi hüznünü açıkça tanımayı reddeden tüm yasalara uymayı reddediyor ve böylece ağrılarını açıkça belirtmeyenlerin durumunu tahmin ediyor, ki, örneğin, AIDS hastaları bunu çok iyi biliyor. Bu insanlar ne tür canlı ölüme mahkum edilmişlerdir?”2Makedonya’da komünist dosyalarının sayısı 15.000’den çok olduğunu bilerek, komüsizmde sürülenlerin çocuk ve yakınlarını saymaya başladım ve kendi kendime şu soruyu sordum: Bu insanlar bugün nerede? Şimdi ne yapıyorlar? Kendi hüzünleriyle ne yapıyorlar?

Bir defa, babamın ölüm yıl dönümünde, 2002 yılında, babamın doğduğü köy Prisovyani’de en iyi arkadaşım bana şöyle bir soru yoneltti: “Biz hepimiz ağlıyorduk, sen neden ağlamıyordun?” Şöyle cevap verdim: “Şimdi açıkça ağlamaya başlarsam, hiçbir zaman duramayacağım.”

Çok sonraları, elime Viktor Erofeev’in “İyi Stalin” (2004) adlı kitabı elime geçti. Bir defasında Erofeev’in ninesi – ki Erofeev nomenklatür ve Kremlin’in himayesi altında olan altın gençlik çocuğudur – annesine telefon etmiş ve çocuğun çok havyar yemesinden dolayı istifra ettiğini söylemiş. Bizde hiç kimse böyle bir kitap yazmadı. Dedinye, Pantovçak ve Vodno3 çocukları rock’n’roll, “kara dalga” filmleri yapar (onlara izin vardı) ve Hindistan’dan budizm getirip, “avangard” yaşıyorlardı. Sanatın ve ideolojinin bu sadomazoşist bağı, bu çocukların en büyük bölümünün sonraları “kendi çocukluğunu unutacak kadar çok sağa saparak” bitti. “İyi Stalin”de, genç Erofeev’in edebi çıkışlarının ihtiyar Erofeev’in kariyerinin zirvesinde nasıl Andrey Gromiko’nun iç işleri bakan yardımcısı olmasını engellediği anlatılmıştır. Erofeev şu sonuca varıyor: “Ben mi 20. yüz yılın önemli anlarını kınamalıyım? Tek bir kurşun daha az, tek bir krematoryum daha az olsaydı, bu dünyada ben bile olmayacaktım.”4 Lânet olsun, yine onlarınher zaman “bizim” hikâyemizden daha ilginç hikâyeleri var olduğu ortaya çıkıyor. Biz hayatın en alt tabakasından, itilenlerden geliyoruz. “Onlar” ise kahraman gibi, kendi hayatlarının adaklığında düşenlerin kanından doğardı.


Biyograyiler - İstekler

Kelimeler zenginliği ne zirveden, ne de kıyıların
rahminden getiriyor. Oysa, okşayan el gibi zenginliği, anımsamaya
değer her şeyin üzerinden geçirdiğine dair canlı anı var. O anı,
becerisiz el ve kaba aletlerle yazılamaz...
Kafka

Biyografiler. Biyografiler isteklerdir. Sık sık biyografinin konusu olan insanın Platonik anımsamalarının korunmasıdır. En kuru biyografilerde bile gizli, megaloman hevesi (en önemsiz ayrıntıda olsa dahi), öbür-taraftan bir şey yakalamak hevesi, ki bu biyografinin konusu olan insanın şarkı söylediği, sevdiği, düşündüğü, dans ettiği, yarattığı, yaşadığı taraftır, o şarkı söylemede, sevmede, düşünmede, dans etmede, yaratmada, yaşamada ona rastlamak hevesi vardır...

Yine de, tüm biyografik karşılaşmalar aynı değildir, çünkü, bir hayatın hafızaya alınması isteğiyle ilgili en az iki istek tipi vardır... Birinci istek tipi, sizi selâmlamayı hedefleyen karşılaşmalardır. Bunlar, artık var olmayanla imkânsız dokunuşlar ihtiyacından hareketle yapılanlardır. Bu karşılaşmalar, selâmlama gibi, ortak karışık kokunun peşinden gider gibilerdir. İkinci tip ise... İkinciler, muhtemelin tekrarı gibi katı istekler, yeniden hafızaya alma, en eski görünüşün yeniden yaratılışı, biyografinin konusu olan insanın ilk resmi, nedenini tutma ve anlamını, hareketini dondurma gibi iğrenç karşılaşmalardır. Hayatında açılacağı, genişleyeceği o görünmez ayrıntıya ulaşma isteğidir, kentin sırtlanlarına sunulabileceği (zaten sunulabildiği için olacaktır) her şeydir, bir insan hayatının “dibine kadar” her şeyi tutma isteğidir, ondan sonra ise bu sert kalıntı şeklini değiştirme, cezalama ve öldürtme koşulu olmaktadır.

Tabii ki, her iki biyografi karşılaşması da yazıdır. Bu yazılar sözcüklerden, bâkir kâğıdı delen, pürüssüz yüzeyini, yazıyı her zaman almaya hazırlığını bozan sözcüklerden oluşmuştur. Bu delmeden zaten yazıyı yazan el, kâğıdın delinmesini devindiren el önemlidir. Bunun için, kayıp geçmişin, bir hayatın hafızasının, anıların peşinden gidişini devindiren istek önemlidir. Biyografi, zikrettiğimiz gibi, sözcüklerden ibarettir. O sözcükler, hatırlatmak için buradadırlar. Ancak, sözcükler nasıl olur da hatırlatırlar?

Tarih sahnesi olarak biyografi, ve, özellikle, edebiyat tarihinin anısı olarak edebiyat biyografisi her zaman hassas, okşayan yazıdır; çimentolamak, öldürtmek ve yok etmek isteğinden hareket etmeyen yazıdır. Biyografi çoğaltmayla kurulamaz. Her kabul (ki sırla beraber, bir insan hayatını teşkil eder), sadece sembolik bir şekilde, sadece yoklukta, in absentia, sadece biyografinin kendisinin yabancı birinin hayatının girişinde duracağında ve eşikte durmaya karar vereceğinde mümkündür...

Biyografiler - Sözlükler

Son sözcük için erkendir, size söylüyorum,
hemen hemen sondan ilk konuşuyorum,
suçladığınız sahnede ben yoktum,
kanlı sahne bizzat bendim!
Evtuşenko

Demek ki, en az iki biyografi tipi vardır. Ve tabii ki, burada üçüncüsü de vardır, en sık rastlanan biyografiler - az çok gerçeklerden oluşanlar. Yovan Koteski hakkında farklı sözlüklerden toplanan gerçeklerde şunlar vardır:
Yovan Koteski (1932-2001), 1950’li yıllarda ortaya çıkan üçüncü Makedon yazarları nesline ait şairdir. Ustruga’nın Prisovyani köyünde, Petkana ve Vasil Koteski’nin dördüncü çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Çocukluğunu, başkalarının hayvanlarını otlatarak, hizmetkâr-çoban olarak geçirmiştir. 1946 yılında Ohri lisesine kaydını yaptırıyor. Yurtta kalıyor. 1948 yılında, Slovakya’nın Bratislava kentinde şekerci olarak çalışan babası, Slovakya İnformbiro’su tarafından kapatılıp, 9 yıl hapse mahkum edilmiştir. Bunun nedeni, dedemin Bratislava’daki evinde Slovakya gizli servisinin Yosip Broz Tito’nun resmini bulmasıdır. O Mareşal ki, kaderin cilvesi daha korkunç olsun ki, onun adına sonraları babam birçok kez mahkum edilmişti. Yovan Koteski babasıyla hayatında sadece iki defa karşılaşmıştır. Bir defa yedi, ikinci defa ise 26 yaşındayken. 1958 yılında gerçekleşen ikinci karşılaşma için sonraları Yovan Koteski şunu yazmıştır: Dönüşte, bir teyzemi arayamış, o da benim öğrenci olarak kirada kaldığım kümesime getirmiş. Akşamleyin, fakülteden döndükten sonra, odada bir misafir gördüm. Ve al sana altüst olmuş, dertli bir hayatın kucaklaşması.

Yovan Koteski ilk defa 1948 yılında 16 yaşındayken hapsedilmiştir. Muhtemelen o yıl Slovakya’da babasının hapsedilmesinden dolayı. Yugoslav gizli servislerinin diğer komünist ülkelerinin gizli servisleriyle iş birliği içinde olduğu bilinmektedir. Koteski, iç işleri servisleri için muhtemelen komünist mantığından dolayı şüpheli olmuştur: baban şüphelidir, demek ki sen de şüphelisin. 1950 yılında Yovan Koteski ikinci defa hapsedilmiş, bu defa ise Tito’ya sözlü hakaretten dolayı üç yıl hapse mahkum edilmiş, ancak birkaç gün sonra serbest edilmiştir. Üçüncü defa 1952 yılında Mavrova’da bir gençlik eyleminde hapsedilmiştir, dördüncü defa 1954 yılında vs. UDBA tarafından “İntimist” kod adıyla yürütülen polis dosyası ise, 1961 yılına kadar resmi olarak açılmamıştır.

1954 yılında Üsküp’e taşınmış, edebiyat okumuş, ancak hiçbir zaman bitirmemiştir. Otuz yıl Üsküp Radyosu’nda gazeteci olarak çalışmıştır. 1958 yılında “Toprak ve Tutku” ve “Tan Vaktinden Önceki Gülüşler” şiir derlemelerini, sonra da “Kötü Dönem” (1963), “Ağırlık” (1965), “Peplosiya” (1966), “Gölgeler” (1972), “Yeşil Kapılar” (1975), “Heraklea” (1978), “Ölümler” (1981), “Uyanışlar ve Hayaller” (1982), “Poliley” (1983), “Ürünler” ve “Tapu” (1985), “Canlı Coşkular” (1990), “Güneş Bileği Taşı” (1990), “Ürpermeler” (1991), “Dürbünlü Fare” (çocuklar için şiirler, 1991), “Raliça” (1992), “Kötü Dönem” (1992), “Oflamalar” (1994), “Yalnızlık” (1994), “Bayram” (el yazma kitapsever baskısı, 1995), “Arayan” (uzun şiir, 1995), “Parmaklıklar” (1996), “Gelinlik” (1997), “Toprak Kayması” (1998), “Yıkılış” (1999), “Köstebek Tepesi” (2000) derlemeleri yayımlamıştır.

2 Eylül 1985 yılında hapsedilip, 5 yıl hapse mahkum edilmiştir. Suçlama, Yugoslav Federasyonu’nu yıkma ve bağımsız Makedon devletinin kurulması yönünde yasa dışı çalıştığı iddiasıdır, ki gerçekten de bütün bunlar yedi yıl sonra gerçekleşiyor. Eski Yugoslav federe devletinde son grup siyasi aydın mahkumlardan bir tanesidir. Yovan Koteski’nin mahkemesi kapalı kapılar ardında, kamuya kapalı olarak yapılmıştır. Babamın bir davacısı, 20 yıl hapis istemektedir.

Hapisten serbest bırakılması için Makedon yazarları arasında (ki bu eylem hiçbir zaman yapılmamıştır) 1986 yılında en önemli etkiyi, dünya PEN merkezinin Yazar ve Gazeteci Haklarını Koruma Komitesi’nin dönem başkanı, o yıl Altın Çelenk’i kazanarak Ustruga Şiir Akşamları’na katılan, Amerikalı şair Alen Ginzberg yapmıştır. Merkezi Zagreb’de olan Yugoslav PEN merkezinin müdahalesi üzerine, hapsi henüz iki yılı geçmeden, Koteski serbest bırakılmıştır. Serbest bırakılmasında, Fransızca bilen yazar, dönemin dünya PEN merkezinin başkan yardımcısı ve Hırvatistan PEN kulübünün başkanı Predrag Matveyeviç’in en çok payı olmuştur. Matveyeviç, hapisten serbest bırakılması için dünyaca tanınmış yazarlarla imza toplamış, fakat kendisi de 1990’lı yıllarda Franyo Tucman’ın milliyetçi rejiminin pençesine düşmüştür. Üsküp Mahmekesi ve Belgrad’daki Yugoslavya Federal Mahkemesi’ne mektuplar yazarak, Koteski’nin kararının tekrar gözden geçirilmesini ve acilen 1987 yılında serbest bırakılmasını başarır. Koteski, evinin yakınlığında bir kütüphanede kütüphaneci olarak işe alınmış ve emekli olana kadar da burada çalışmıştır. Hırvatistan’a giderek, Matveyeviç’le görüşmüştür.

Koteski, hayatının son on yılını genel olarak Üsküp’teki evinde izolasyonda, paranoya hastası olarak geçirmiştir. Kasım 2000 yılında, ölümünden yedi ay önce, kendi dosyasının seçilmiş kısımlarını görmeyi başarmıştır. 300 sayfada, hayatının en az 40 yılının takipte olduğu kaydedilmiştir. Babamın dosyasının en son belgesi 1988 yılına aittir, ancak gözetlemenin 1990 yılına kadar devam ettiğine inanmamak için hiçbir neden yok. (Haklı veya haksız) babamın gözetlemesinin 1990 yılında kesildiğini var sayarsak, o zaman bu 42 yıl devam etmiştir. (Kesintilerle) eğer bu gözetleme ölümüne kadar devam etmişse, o zaman babam 53 yıl polis gözetlemesi altındaydı. 12 Temmuz 2001 yılında, en yakın aile mensupları arasında Üsküp’te vefat etmiştir.

“Birin Biri”nin Biyografisi

Oblivium, silen odur.
Ne? İşaretleyeni.
Lakan

Ondan sonra, biyografi olmayan biyografiler var. İçgüdü anılarından ibaret biyografiler. “Bir bir” olarak oluşanlar (birincisi şu anlamdadır: ben bir hayvan sevdim), sonra “bir iki” olanlar. Bu durumda ben tutarda yerleşiyorum. “Bir” seviyesinde değil de, “bir iki”de. Kâğıdın bekâretini delen yerde çalışmaya başlayan yazı…

“Birin bir” olan yerde, onun çocuğu olan benim yerimde; anılar, sızıntılar, tüm anlamlara (artık) sakat olan introjeksiyonlar ve yeniden yapılanmaların ardındaki tüm çalışmalardan yalıtımlar vardır. O yerde kendi kendime nasıl baktığımı görüyorum, ama artık göremiyorum. Orası, anımsanamayan bir noktadan konuşan alandır. O yer, hayallerin gerçekle değiştirildiği, anlaşılmayan, ilkin itilen işaret gibi belki çalışan kayıptır. Yani, o “birin biri” yerinden alın size bazı anılar.

Babam, ki bu adam sözlüklerde Yovan Koteski olarak geçmektedir, kendi çocuğuna Lorka’dan “Kıyıda İki Denizci” şiirini okuyor. Ve çocuğa şiirin tahlilini yapmaktadır. Bunun aslında iki değil de, bir tek denizci olduğunu, ancak birinin kendi içinde dünyanın tüm denizlerinde yolculuk yapmaya devam ederken, diğerinin ise kendi içinde Asya’nın bir limanında tüm hayatı boyunca seveceği bir kadının yanında kaldığını anlatmış.

İkinci anı, ikinci yalıtım. Babam resim satın almış. Resimde Picasso stilinde üç çiçekli vazo var. Vazoyu üç el tutuyor. “Resim çok özel değil, ben daha güzelini çizebilirim”, diyorum, oysa henüz çocuğum. Babam gülümseyerek, elime kâğıt alıp, denememi söylüyor. Öteki odaya gidiyorum ve aynı resmi hatırladığım kadarıyla çiziyorum. Kâğıdı gösteriyorum, babam ise aynı resmi çizdiğimi söylüyor. “Ama daha güzel.” “Evet (gülümsüyor), fakat bütün mesele aynı resmi değil de, kendi resmini çizmektir. Ressamın kendi resmini çizdiği gibi...”

Üçüncüsü: O Cuma günü babam kapıyı çalıyor. İki yıldır artık kimse kapımızı çalmıyor. Çalmak, tehlikenin hareketidir... hapishanenin bu tarafındaki hapishanesinde. O Cuma günü kapıyı açıyor ve babamı görüyorum. Hapisten habersiz dönmüş, acilen serbest bırakılmış, o sabah, hapishane eşyalarında, soymaya yetişememiş, o anda, o sabah düşündüğü tek şey, bir an önce eve dönmekmiş. Ara zamanda benim büyük aşkım yerine büyük bir usanç nefret doğduğunun farkına varamıyorum. Benim ilk yaptığım şey, kapıyı kapatmak oldu. Hepimizin hapishanede yaşaması için. Herkesin kendi hapishanesinde. Beni sadece biraz daha az sevdiğini bilebilseydi, başımıza gelenleri sadece biraz anlayabilseydim, ortadan kaybolduğu andan sonra belki ondan o kadar nefret etmeyeceğimi anlamıyordum. Her aşk, kendine yeterdir galiba. Kanlı sistemlerdeki aşklar buna keza. Kayıba hazır değilsin. Ben değildim...

Dördüncü anı: Yoksulluktan ve açlıktan harabeye dönüşen evde babam. 1994’te işten eve gelen babam, her gün yaptığı gibi kendisini birilerinin arayıp aramadığını soruyor. Hiç kimse?

Beşincisi: Kardeşim o mart ayında mezun oldu. Şimdi atom fizikçisidir. Babam kardeşimin mezuniyet çalışmasından içilmiş, para bulmak için evden dışarı çıkıyor. Kardeşim Belgrad’dan dönecek, Vinça Nükleer Enstitüsü’nde çalışacak. Söndürülmüş nükleer reaktörleri de var. Babam eve geri dönüyor ve masaya 400 Alman markı atıyor. Ayakta güçlükle duruyor. “Yasna, genç işadamlarıyla masada oturdum. Benim nesilden biri orada oturuyor... “Yone, orada utanma, çocuklarla aynı masada oturma, bari benimle gel” diyor... Sonra da çocuklardan biri para çıkarıp, saymaya başlıyor... 100, 200, 300, 400... Durdurdum. “Bu kadarı yeter. Çevireceğim.” diyorum. O ise bana “Yonçe Amca, parayı geri çevirirsen, seni döverim” diyor. Ben geri çevireceğim, onun için “Beni döv, ama senin şimdi yaptığın gibi, ben de senin eline çevirip, sayacağım.” dedim. Elinde “Mezuniyet çalışması. Aday: Vasil Koteski. Fizik Fakültesi. 1994” yazılı mavi defterle ayakta zor duruyor. Bir yığın kitabın üzerine oturuyor. Kitaplar düşüyor, ama babam hâlâ “Mezuniyet çalışması” defteri elinden bırakmıyor…

Altıncısı: Uzun uzlaşma süreci. Bir konferansta şansına tanıştığım bir adam, bir proje için beni arıyor. Paramız yok ve her şey çalışıyorum. Ders verdiği Budapeşte’ye gitmem için birkaç ay ikna ediyor, üniversitesine beni kaydediyor, ailesiyle beraber yaşamam için evlerine alıyor, kütüphanesinin kapısını açıyor, Fuko ve diğer Rus muhalifleri veriyor, kendi eğitimimle hiç alâkası olmayan her şeyi okuyorum. Tatillerde bile Üsküp’e dönmekten kaçınıyorum. Bu kent, ondan kaçtığımda gibi aynı şekilde iğrenç geliyor. O derslerin bitmesine birkaç gün kala, profesörüm babamın kalın dosyasını bana gösteriyor. Profesörüm, aslında, Macaristan’ın en büyük komünist casuslardan birinin torunudur. Böylece borcunu ödemek istedi. Benden sonra o eve, Miloşeviç’in Belgrad’ından kaçan bir kız yerleşiyor. O da parasız yaşıyor. O da profesörümüzün verdiği kitapları okuyor… Bizim tarihi zamanımızda meydana gelenleri kendi kendimize anlatabilmemizi bilebileceğimiz bir sözlük bulmamıza yardımcı oldu… Son sabah, Budapeşte-Üsküp treninde, birçok yıldan sonra eve döndüğüm için kendimi çok mutlu hissettim. Bir yüz yıldan sonra, tekrar babama dönüyorum. Evet, o eski bir komünist casusunun çocuğuydu.

Babam, öldüğü gün. “Bu ev, ev değil. Oysa çabaladık. Baksana, annen buraya resim koymuş, buraya da çiçekler ve bu raflar. Mükemmel. Fakat bu ev, ev değil. Beni anlayacaksın, değil mi? Herkes kendi evine gitmelidir. Ben şimdi evime gitmeliyim...”

“Arkadaşların” Biyografileri

Siz benim üzerime çalmak istiyorsunuz; benim anahtarımı anlamak
istiyorsunuz; kalbimden sırrı çıkarmak istiyorsunuz; en düşük tondan
en üst tonlara kadar haykırmamı istiyorsunuz. Alın size mükemmel sesi
ve yaygın tonları olan bu küçük enstrümanı, fakat yine de onu
konuşturamazsınız! Lânet olsun, benim üzerime bir flütten daha kolay
mı çalınacağını düşünüyorsunuz? Beni istediğiniz enstrüman gibi
adlandırın; beni sadece dokunabileceksiniz, ancak
üzerime çalamayacaksınız.
Shakespeare

Ve sonra, tabii ki, katı biyografiler var. Onları genelde sana gülümseyen ve arkanda bıçak tutanlar yazar. Arkadaşların, Makedon şairler ve yazarlar...

Kasım 2000’de babam ilk defa kendi dosyasını bana gösterdiğinde, ölümünün sadece birkaç ay öndesiydi. Barışmak için o kadar zamanımız vardı. Biz siyasi mahkumların çocuklarının bazılarının o kadar bile şansı yoktu. Gösterdiği ilk şey, şu satırdı: “İç İşleriyle iş birliği: yok!” Sonra da (kim bilir kaç sayfadan) o 300 sayfayı okuyordu. Dosyasını görmesine ve yanına almasına izin verdikleri sayfalar. İçinde sadece birkaç ad gördüğü, kalemle silinen yarı sayfalar, sonunda bütün hayatı boyunca bildiğini gördüğü sayfalar. 69 yıllık hayatının en az 42 yılı takipteymiş! Ondan sonra paranoyanın aslında paranoya olmadığı, korkunun akıl dışı lüks bir şey olmadığı, tam aksine, bilinç durumu olduğunu anladık.

Babam hapisten çıktıntan sonra, sokakta en yakın arkadaşları, bizim edebiyat duayenlerimiz, en çok okunanlarımız başını çevirdiği oluyordu. Bu bütün ailemin başına geliyordu. Anlıyoruz, onlara çok zor geliyordu, birbirlerini incitmeden nasıl selâmlaşacaklarını bilmiyorlardı. Onları anlıyoruz, fakat anlaşalım, babamın içindeki şair ve çocuk onları hiçbir zaman anlamayacak, çünkü o çocuk için o mekanizmalar anlaşılmazdır. Ve onları anlamayan o çocuk adına, artık yaşamayan babamın adına, Hırvat rapçisi Edo Maayka’nın adından şunu söyleyebilirim: Ananızı sikim…

Babam dosyasını bana bıraktığında, ilk zamanlarda asıl soru kim, nasıl ve neden değil de, bambaşka, altyapı sorusuydu. Bu örgütlenme somut olarak nasıl görünüyormuş? Bu sayfayı daktiloda kim yazmış? Daktiloda yazan o hanımın adı neymiş? Bu basım hatasını kim yapmış? Bu yanlış, en küçük sağlık işareti midir? Atletik antremanları için anlaşırken, kardeşimin telefonunu dinleyen kimmiş? Bu bilgi kimin için iyi bir bilgiymiş? Değmiş mi? Telefoncunun adı neymiş? Bu “bilgi”yi iletirken, o somut casus, yazar, o bizim tanınmış yazarımız, faydalı bir şey yaptığını hissetmiş midir? “Bilgi toplayan adam” nasıl görünüyormuş? O sabah ne kahvaltı etmiş? Çocuklarını hangi sözlerle okula gödermiş? Yeraltı çalışmalarıyla kazanan maaşıyla, çocuklarını daha mutlu ve daha iyi insanlar yapmış mıdır? Yapmışsa, o zaman en azından bu bir nevi galaktik rahatlıktır.

Daha sonra, otobüs beklerken, aniden çok özel bir soru aklına gelecek. Bir sabah benim başıma böyle bir şey geldi. O zaman, evimizdeki dinleme cihazı, benim sempati duyduğum ilk oğlana alo dediğim zamanda takıldığını anladım. O, bütün benim arkadaşlarım için sırdı, ancak devlet yetkilileri için değimiş. Seçebilsem, böyle olmasını istemezdim. Kardeşim seçebilseydi, öyle olmasını istemezdi. Ama gördüğünüz gibi, bizim seçeneğimiz yoktu.

Bunlar temel şeylerdir ve çok önemlidirler. Bir milleti hiçbir sonuç olmadan dinleyemezsiniz, ondan sonra da o milletin normal olmasını bekleyemezsiniz. Ondan sonra, bir sabah “Avrupa’ya girmemiz lâzım, kırmızı ışıkta caddeyi geçmeyin” diyemezsiniz. Onlar kendi traktörleriyle bizim beşeri hayatlarımızın tüm samimi koordinatlarımızı ezmişlerdir. Bu arada da her zaman mutlaka kırmızı ışıkta geçmişler, bir insanın samimiyetinin tüm ışıklarını geçmişler, ondan sonra da bizden yeşilde durmamızı ve onların anlaşmalarına sadık kalmamızı istiyorlar.

Eski siyasi mahkum çocuklarının bütün nesillerinin tam sustuğu için, benim gibi, bunun için bu mutlak güç gerçekten de olasıldır, oysa hiç kimse hiçbir zaman buna yasallık veremeyecek... Eski komünist devletlerin en temel meselelerinden biri, kendi geçmişinin bu sayfasını, nesillerin zorbasını ve siyasi hesaplaşmalarda kurban gidenlerin varislerinin görülebilir olması için gerekli mekanizmaları oluşturmaktır.

Makedon Kültürünün Şiddeti

Evet, dünyada sadece yolcu, sadece başıboş dolaşanım.
Siz ize bir şey daha çok musunuz?
Göethe

Demek ki, “arkadaşların biyografisi”; meslektaşlarının, Makedon yazar ve şairlerinin, 1960-1990 yılları arasındaki uzun on yıllarda, senin haberin olmadan, senin hakkında yazdıklarıdır... Bu uzman ve yaratıcı kalemler “biyografi” janrında “ülkenin bir evsizi” konusunda bunca on yıl ne yazmayı başardılar?

Babamın dosyası, 1960 ilâ 1990 yılları arasında kültür alanında denetim stratejisinin hangi prensipler üzerine inşa edildiğini gösteriyor. Evinizi terk ederseniz, o zaman sizi izlerler. Sokaklarda yöneticiler, belediyeciler, polis memurları, iş birlikçiler, bilgi toplayanlar, UDBA memurları, arkadaşlarınız dolaşmaktadır, ancak siz kimin kim olduğunu tanıyamazsınız. Siz kendi yerinize bağlısınız, yerinizin adı var, babamın durumunda ise o yerin adı POO “İntimist”tir. Siz intimistsiniz (samimisiniz), böyle olunca da son derece şüphelisiniz. 1961 yılında “intimist” olmaya gerek yok, çünkü herkes sosyologdur.

Babamın dosyasında bir sürü canlı ve ölü şairler, yazarlar, rastgele insanlar ve... polis memurlarının geçidi var. Babamın dosyasının dünyası, Makedon yazarları ve polis memurlarının tuhaf karışımı dünyasıdır ve bunlar sıkça aynı bir insanda bağlanıyorlar. Bu dünyada, istikrarlı dost koordinatlarınız yoktur. “Dost”ların, meslektaşların ve yazarların çoğu, kendi hedefleri etrafında ipi germek için buradalardır. Herkes ve her şey kulaktır.

Babamın dosyasından kendisine uygulanan denetim tipinin devamlı rapor, liste ve tutanaklardan ibaret olduğu görülmektedir. Bilgi toplayan, yöneticiye rapor sunmaktadır. Yönetici bu belgeyi üç diğer makama ulaştırmaktadır: bilgi kitabı, DB (devlet güvenliği) şubesi ve legal ilişki dosyası. Ocak 1988’de babamın evinde X kişi “yeni yıl tebrik ve dileklerini” bildirmek için telefon etmiş. Bu tebriğin içeriği ÜÇ diğer makama gönderilmiştir.

Tutanaklar merkezi (UDBA’nın yöneticilerini) taşraya (babamın “arkadaşları”yla) bağlıyor. Yönetim; doğru hiyerarşik sistemle, bir sonrakinin her sarsıntısını kaydeden en alt makama kadar, son sorumluya kadar, çok özel şekilde dağıtılmıştır. Bu kaydetme trajikomik durumlara kadar devam ediyor. Bilgi verenin Nisan 1961 evrağında, “arkadaşıyla” yemekte olan babamın sistemden memnun olmadığını söylemiş, X ise “iyi niyetle” onun için sistemin iyi olduğunu ve şikâyet etmediğini babama hatırlatmış. Aniden “dönüş” oluyor. Dosyadan alıntı yapıyorum: “Yonçe beklenmedik bir anda kahvehanenin dışına çıkmış, çünkü dışarıda bir insan geçiyormuş ve onunla konuşmaya gitmiş.” Bu sözleri çeviri yapmak gerekirse, babam başka bir arkadaşıyla selâmlaşmak için kalkmış. Bu ise, hiyerarşi sistemi için yeterince alarm nedenidir. Takip notu, selâmlaşılan kişinin kim olduğunun görülmesi ve yeni takip hedefi olarak alınmasını istemektedir. Bu sistem, selâmlaştığın herkesin “gerçek” adını, senin sistemi devamlı eleştirmenin “gerçek” adını, senin çok fazla anlayışını, senin şairane duygularını, senin “hastalığını” istemektedir.

1960 ilâ 1990 yılları arasında babamın hayatını yaşamış olsaydınız, sizin ispiyoncularınız her zaman yanınızda olurdu. Yönetim birçok noktaya dağıtılmıştır. Ancak bunlar yan masada oturmuyor, saksı arkasından sizi gözetlemiyor, fuayede gazete okuma rolü yapmıyorlar. Bu, film değildir. Bu, sizin hayatınızdır, bilgi verenler ise sizin en yakın arkadaşlarınız ve meslektaşlarınız, Makedon yazarlarıdır. Dünyanın tüm insanları gibi, siz de arkadaşlarınızla sizin için önemli olan şeylerden bahsedersiniz, nelerin acıdığını, nelerden sevindiğiniz ve nelerden rahatsız olduğunuzu. Siz Makedon şairisiniz ve sizin için Makedon kültürü ve yöneten kurumlarla, Makedon dili ve temizliğiyle, şiirlerinizde dizeler yazdığınız için Makedon köyleriyle ilgili olan her şey sizin için önemlidir. İdeoloji sizin için önemlidir, çünkü bu gezegenin her şairi gibi, siz de bu konularda düşünme hakkına sahip olduğunuzu düşünüyorsunuz. Ancak siz arkadaşlarınıza konuştuğunuzda, aslında bir hibrit, iki başlı yaratığa konuştuğunuzu bilmiyorsunuz ve bu yaratığın bir yüzü şair ve ikinci yüzü üniformalı polistir. Sizin en iyi “arkadaşlarınız” her zaman sizin yanınızdadır: bir belgede siz onlara misafir gitmişsiniz, diğerinde lokantadasınız, üçüncüsünde kulüptesiniz, dördüncüsünde otelde, okumada, toplantıda, onların resmi araçlarında, kantinde, sizin veya onların ofisindesiniz. Tüm sayılan yerler, babamın dosyasından gerçek yerlerdir.

Yönetimin bu difüzyonuna ve mahrem dünyasına sizin arkadaşlarınızla ustalıkla girmesine baktığınızda, sınırın nerede olduğu sorusunu sormadan edemiyorsunuz. Annemin bazı arkadaşları, oysa bizim şairlerimizin hanımları da, dosyada bilgi verenler olarak geçmektedir. Liste nerede bitiyor? Diğer kimlikleri gizleyen siyah kalemlerin altında sizi kim bilir daha hangi sürprizler bekliyor.

Bir Canlı Varlık Ne Kadar Dayanabilir?

Bir göz bakar, diğeri hisseder.
Pol Kle

Babam bütün hayatı boyunca gözlemlendiğine dair rahatsızlık bilinci gösteriyordu. 27.07.1987 tarihli transkribe edilmiş bir telefon görüşmesinde, babam X’e şikâyet ediyor: Var olduğumdan beri devamlı bana provokasyonlar yapmaktadırlar, bir canlı varlık da ancak bu kadar dayanabilir... söylerim, iğreneceksin… Ancak, ne kadar daha çok konuşuyorsunuz, o kadar da sağır kulaklara takılıyorsunuz ve ne kadar çok şikâyet ediyorsunuz, insanlar o kadar çok eliyle boşver yapıyorlar. Gözlemlendiğinize dair samimi duygunuzu kanıtlamak için bir yolunuz yok. O tuhaf yönetim yapısının amacı, sizin tamamen kendinizi yalnız hissetmenizdir. Öyle ki, ispiyoncularınızın sizin en iyi “arkadaşınız” olmasına zorlanıyorsunuz. Bütün hayatı boyunca takip edildiğine dair bulanık duygulara rağmen, babam dosyasını açtığında, Kafka tipi senaryodan, her şeyi gören gözün görme derecesinden, gözlemlenmenin uzunluğundan ve, nihayet, gözetleyenin sadizminden şaşakalmıştı.

Yalnızlık hedeftir. Yalnız kalmanız iyidir. Onlar, artık sizi herkes terk ettikten sonra da yalnız kalmanız için ellerinden geleni yapacaklardır. Babam hapishaneden çıktıntan sonra, 10.09.1987 tarihli takip kaydında şunlar yazıyor:“Yovan, tüm eski arkadaşları tarafından terk edildiğini gerçeğini çok zor kabullendiğini öğrendik. Şu andaki ruh hali, hapisten daha da kötüdür.”

Çoğu zaman babamın bu siyasi süründürmeyi nasıl atlatabildiğini bana soruyorlar. Sadece işkence görenlerin bildiği bir şey var. On yıllarca işkenceye maruz kalan insan, zamanla sadece ağrıya dönüşüyor. Ağrı, insan özellikleri ve içeriği olmayan bir nesne oluyor. Örneğin, 1994 yılında babamın en olağan bir gününün nasıl olduğunu size anlatacağım, oysa ondan önceki tüm yıllar da aynıydı. 1994 yılı yedi yıl sonradır, babamın serbest edildiğinden yedi yıl sonra, artık kendi ülkemiz vardı, aykırı düşüncelerin artık aykırı değil de, konjonktür olduğu zaman.

Babam gündüzün uyumaya çalışıyordu. Dışarıda ışık varken uyanık olması kendisi için dayanılmazdı. İşkenceye maruz kalanlar için, ışık özel bir sorundur. Hayatı boyunca görülen, oysa kendi görmeyen, bilgi nesnesi olan, oysa hiçbir zaman iletişim öznesi olmayan biri, görünmenin yönetimin çalıştığını garanti ettiği için ışıktan korkmaktadır. Uyanık olduğunda, babam sinirli bir şekilde bir odadan öteki odaya gidiyordu. Bir odaya girecek, hemen sonra çıkacak. Annemin mutfakta ne yaptığını dinlemek için gezinti duracaktı; başıma kötü bir şeyin gelip gelmemesini görmek için, örneğin “Cvetaeva’yı okuyorum” gibisinden mazeretlerle odamın kapısını kakacak ve cevap beklemeden, bir o kadar da hızlı çıkacaktı. Mesaisinin son üç saatini penceremizin altında geçirmeye karar veren çöpçüyü saatlerce perde arkasından titreyerek izliyordu. Ya bu çöpçü değilse? Dosyada birçok çöpçünün aslında “UDBA görevlileri” olduğu çıktı. Uyumak için yatacak. Tek gözüyle uyuyor ve her seste yatağından fırlayıp, neler olduğunu anlamak, görmek, inanmak isterdi. Sanki bir çok önemli adam her an gelecek ve hayatının kehanetinin maddeleşeceği en önemli kararı getirecekti. 40 yıl siyasi sürünmeden geçen bir adam, hayatta kalma stratejileri aramaktadır. Zil çaldığında, bir sonrakinin, kendisine eziyet edilecek adamın kim olduğunu düşunuyordu. Biri kapıyı çaldığında durup, çalanın nefes alıp vermesini dinliyordu. Kapı gözünden bakmak için zar zor cesaret topluyordu. Kapı çalanı çok iyi bildiğinde bile, uzun uzun bakıyordu. Bazen kapıyı açmaya gidiyorum, ama onun için bu hayat veya ölüm konusudur ve bana kötü bir şeyin gelmemesi için, kapıyı ilk o açmak isterdi. Ve sonunda, “A, Vera, buyur... Yasna evdedir.”

Kendisine işkence uygulanan insan, bütün hayatı boyunca gözlemlenme nesnesi olduktan sonra, en yakınlarıyla kimliğini yeniden inşa edemeyen biri oluyor. Onun dünyası, diyalektiğe dayanmayan dünya oluyor. Bu, eksikliğin eksikliğidir. Bu, açık bir bulunmadır. Kendisine işkence uygulanan insan, imkânsız paradoks, temsilde kesinti ve çok fazla temsiller geliştirir. Kafasında sistemin iğrenç imkânları hakkında milyonlarca resim ve hafıza gerektirmeyen resimler vardır. Dört on yıl boyunca işkence gören o adam, babam, Makedon şairi Yovan Koteski’dir.


Dilekçe Kabulü!

Ve şimdi yeniden o iğrenç terbiyeli bulmalar başladı,
K.’nın üzerinden biri diğerine bıçağı verdi, bu ise, yine
K.’nın üzerinden ona iade etti. K. şimdi kendi görevinin,
elden ele giden, üzerinde uçan bu bıçağı yakalaması
ve onunla kendi kendini delmesi gerektiğini
tam olarak biliyordu.
Kafka

Babam kendi dosyasını Kasım 2000’de aldı. O yıl dosyalarını alan herkes, bir formu imzalamaları gerektiğini bilirler. O formda harfi harfine şöyle yazıyor:“Özel ve aile hayatının veri ve bilgilerinin korunması için, ara zamanda imha edilmediği ve Makedonya Cumhuriyeti Arşivi’ne saklanmak üzere verilmediği halde, dosya içeriğinin (doğumumdan 100 yılına kadar, ki babamın durumunda benim notumla) 2032 yılına kadar sır kalmasını talep ediyorum. O formu imzaladıktan sonra, nihai küçümseyici sonuç geliyor. En aşağıda, dilekçenin “kabul edildiği” yazıyor.

Gördüğünüz gibi, babamın en yakın arkadaşlarının simasında polisin olduğu hayatı yaşadığı gerçeğinde polis dosyasının iğrençliği değildir. İğrençlik, yüksek bir ajanlığın adına, göğe “Adaletsizliğe katlanırım” diye haykıran antik kahramanların dar dünyasından daha dar olan bu dünyasının var olmasıdır. Yunan adamı, suçu olmadan da, kendisine uygulanan korkunç cezadan nasibini alır, ancak hangi üst ajanslığın adına bunun yapıldığını öğrenmek istediğinde, o bunu görmek için, hem gök hem de toprak arkalarını dönerler. Oedipus geçmişinde neler meydana geldiğini öğrenmek istediğinde, bir sonraki sahnede tanık çıkıyor.

Babam uzun 40 yıl görmek için bekledi. UDB’nın5 kapısı önünde korkuyla durduğunda, o makamın kapısı önünde ki bütün hayatı boyunca onun üzerine istediğini yapmıştır, görmesini sağlayacağı son rahatlıktan önce, o zaman UDB servisleri, son isteğinin hiçbir zaman yerine getirilmemesini talep eden dilekçe sunmasını zorladılar. Kendi formunda babam, eziyet gördüklerinin adına her şeyin her zaman için kapalı kalmasını talep etmek zorundaydı. Dosyasının 2032 yılında kamuya açık olacağı, ara zamanda ise “gönüllü” olarak, istedikleri halde, dosyasını yakabildiklerine dair amanet veren dilekçeyi sundu. Babam, bütün hayatı boyunca takip edildiğini iddia ederken delirmemiş olduğunu görmek istedi. Ancak, aslında hangi iyilik için bütün bunun yapıldığını anlam istemişti. Ve mecburen, kendi hayat trajedisinin sonuçlanmasını hiçbir zaman görmemek için verdiği dilekçenin “kabul edildiğini” okumak zorunda kaldı!

Babam, nadır komiklik anlarında, kendi dosyasını “arkadaşlarının biyografisi” olarak adlandırıyordu. Bu, Don Kişotluk komikliğidir. İlk önce güleceksin, ondan sonra birleşik gülümseme takacaksın, sonunda da açık hüznün yüzüne güldüğünün farkına varacaksın. Bu, suçsuz yere hapis yatan birinin komikliğidir. Aklandığınıza dair belge aldığınızda, bununla ancak resim çıkabilirsiniz. Bir ülkenin en iyi şairi olabilirsiniz. Sen sadece o ülkenin güzelliğini, altın sesini, ayaklarının altındaki toprağı anlatmak için doğmuşsun. Gerçekleşmeyen bir aşkın en güzel şiirini, “Ana”yı yazmış olabilirsin, ancak bu hiçbir zaman okullarda okutulmayacak, çünkü bu aptallar için Ana’nın saçı bile şüphelidir. Meslektaşların ısmarlamadan senin biyografini yazdıkları zamanın tüm şiddetini atlattıktan sonra, geriye kalan hayatının sadece UDBA günlüklerinin Kafka gerçeğiyle her kalan günü yaşamak kalıyor. Ve dünyevi yalnızlığın sonsuzluğunda şu dizeleri tekrarlamak kalıyor: “Ah, arkadaşlarım benim, arkadaşlar yok!” Yine de, babam herkesi affederek gitti. Ölüm gününde, babam bana “evine gideceğini” söyledi.

Karşılaştırma Çocukları

Ebeveynler bizim ve ölüm arasındaki kalkandır. Büyük sanatçılar
olarak, onların yaş hakkı yoktur… Ebeveynler, sahip olduğumuz
en samimi şeydir. Ancak aile samimiyeti uluslar arası skandal
boyutuna kadar, bizimle olduğu gibi, genişlediğinde, istemeden
düşünmeler, anılar, analizler başlamaktadır…
Erofeyev

Bu konuyla ilgilenmeye karar verdiğim gün cumartesiydi. O zamandan beri beş yıl geçti. (Henüz doğan) çocuğumla anneme geldim. Annem hüzünlüydü. “Ustruga Şiir Akşamları hakkında konuşuyorlar, babanı kimse anmıyor.” Muhtemelen annemle kavga ettim, inattan uyudum. Çocukluğumun semti bana korkunç kaldı, hiç de değişmedi. Hindi gibi oturuyor, bana her şeyin bağlı olduğu gibi, annemin ne konuştuğunu biliyordum. Herkesin dünyayla, kendisiyle, sevindikleri bir geçmişiyle bir hayatı vardı. Sadece annemin kapısını geçmiş ve dünya çalmıyordu. Biz dahi çaldığımızda, bu dünyadan kovulanlar gibi çalıyorduk.

20. yüz yılın sonlarında meşhur olan kurbanlık felsefesi, bana tanınmamış değildi. Bu aile hikâyesiyle ben de bu uzun dizide yer aldım mı? Dişlerimi sıkıp, olan olmuş, devam et diyemez miydim? Travmayla yaşıyor muydum? Travmanın benim o kadar parçam olduğu veya, tam aksine, hiçbir zaman gerçekten de içime yerleşemediği, bana hep “yabancı” konu kaldığı, diğerleri hapishanede çürürken, ben beşli, “normal” çocuk olduğum için. Bu kitap aynısı değil midir?

Sonuçta, benim nesil nerede duruyordu? Biz o, ebeveynleri ise bu sistemin çocukları olan, benim ara neslimle neler oldu? Bizim hareketlerimizin ağırlığı neredeydi, geçmişle yüzleşme isteği nerede, medeni olarak doğru ve tarihi olarak önemli, sistematik olarak kaçınılmazdı, nerede ise incitmeme sınırını aşıyorduk?

Erkek kardeşim, babamı hapsetmeden iki gün önce askere gitti. Babam hapse gitti sabah, ben okula başladım. Birkaç gün içinde üç, aslında, birbirine çok yakın kuruma dağıtıldık. Askerden döndükten sonra, kardeşim geleceğe dönük bir hayatı seçti. Yıllar sonra konuştuğum bir psikolog, beni benim ilk özel “hapis ikilemi”yle karşıladı ve sordu: “Baban hapisten 1987, kardeşin ise 1986 yılında çıkmış. Ya sen ne zaman çıktın?”
Kardeşimin bir mektubu var. Devlet Arşivi’ne verdim. Mostar’da (Bosna) YNA’da6 asker iken Üsküp’te (Makedonya) hapiste olan babama yazmış. Orada bizim çocukluğumuz bir cümlede anlatılmış. Kardeşimin babamda istemediği ve nefret ettiği, babamın hapse alınmasından sonra ise anladığı her şey anlatılmış.
Kardeşim bugün atomları inceliyor, atom fizikçisi oldu, Makedonya’da yaşamıyor. Bir sabah (askerlikten tatile gelmişti, onun 18, benim 14 yaşım vardı), babam hapisteyken, ayrılma zamanının geldiğini söyledi ve artık okumam gereken kitapları ve izlemem gereken filmleri tavsiye etmeyeceğini söyledi. O kendi yoluna devam edecekmiş, ben de kendi yolumu seçmek zorunda kalacakmışım. Kandım. Başka çarem yoktu. Kardeşim bugün Belgrad ve Berlin enstitülerinde atomları inceliyor. Fizik ve metafizik onun için sıkı sıkıya bağlıdır. Onu gelecek ve maneviyat ilgilendiriyor, geçmiş değil. Ben, her nasılsa, aile konularıyla kaldım. Hapis bizi iki ayrı yöne fırlattı. Bilinçsiz bir şekilde babamın iki konusunu devam ettirmeyi seçtik.

O zamanlar kardeşim babama gönderdiği mektupta, benim elimden hiçbir zaman gelmediği her şeyi açıklamış. Oysa sonraları ben bunlarla çok yoğun bir şekilde yaşadım. Babam hapse girmeseydi, tahminen hayatımı başka şeye adayacaktım. O zaman babama gerektiği gibi mektup bile yazmasını bilmiyordum. Kaç tane beşim olduğunu, onu ne kadar özlediğimi ve yeni yılı nasıl geçirdiğimizi yazıyordum. Benim mektuplarım bundan ibaretti. Sonradan Froyd’u hatırladım: “Uçmakla olmayan her şey, aksayarak mecbur olur.”

İşte, kardeşimin mektubu şudur. Babama her zaman söylemek istediğim, oysa söyleyemediğim her şey bu sıralarda yer almış:

“Sevgili babam!
İşte, görüşmeyeli çok uzun zaman geçti, dolayısıyla bu mektubu yazmaya karar verdim. Bunu çoktandır yapacaktım, ama askerden eve gelmemi, evde seni bulmamı ve beraberce bütün bunlar için konuşmamızı bekledim. Gerçekten de ben Üsküp’e (21.03.-25.03. arası) geldim, fakat seninle temasa geçme isteğim, başarısız oldu. Her nasılsa, bütün bu yeni oluşan durumlar hakkında ne düşündüğümü sözlerle anlatmamdan başka çarem yok.
Beş-altı ay önce ilk defa öğrendiğimde, senin suçsuz olduğuna sonuna kadar inanıyordum. Senin fikir ve tutumlarını iyi bildiğim için (ki, aslında, büyük ölçüde ben de bunlardan çok aldım), yaptığın her şeyin tüm dünya adına ve insani amaçlı olduğunu biliyordum. Ne araç, ne de hedef olarak terörizmi hiçbir zaman özürlemediğini bildiğim için, hiçbir terörist eylemine karışmadığından emindim. Seni azıcık bile olsa tanıyan herkesin, hayatta sadece tek bir hedeften hareket ettiğini söyleyecektir: kendi lokmanı vermek pahasına da olsa, diğerine yardım etmek. Senin yanında azıcık da olsa kalan herkes, adaletsizliğe karşı senin amansız mücadelen seni hapse değil de, en yüksek rütbeye yükselttiğini itiraf etmek zorunda kalacaktır. Bilmiyorum. Belki bazısı farklı düşünüyor, fakat böyle düşünen herkesin sadece sana imrendiğini biliyorum. Kendi ruhu ve kendi yapıtlarıyla birçok büyük insan, hapiste bulunmuştur. Tüm ödleklere, bayağılara ve kötü niyetlilere orada da büyük olabildiğini göster. Hangilerinin geçmişte veya hâlâ arkadaş olduğunu denemen için, işte sana bir şans.
Üsküp’te yürürken, sadece korkmadığım değil de, tam aksine, çocuğun olduğum için gurur duydum.İnsanların ne düşündüğü umurumda bile değil, fakat hemen birçoğunun bana tam destek verdiği ve senin doğru tutumlarından emin olduklarını gördüm. Aralarında acıyan veya kötü niyetli bakışlar var olduğunda da, ben o bakışlardan sadece güç ve kuvvet aldım.
Şimdi, geçmişin bazı dönemlerinde benim ve senin yeterli derecede hemfikir olmadığımızı da itiraf etmem gerekiyor. Ancak bunun nedeni, diğer olağan babaların yaptığı gibi bir babanın araba sürmeyi, ev için mobilya almayı veya, saymasam da olur, birçok diğer işi her zaman ilgilendirmediğini anlayamadığımdan kaynaklanıyordu. Kimin ne kadar para kazandığı veya televizyonda film veya maç kaçırdığının en önemli şey olmadığı henüz şimdi anlıyorum. Yetiştirdiğin insanın manevi gelişmesi bin defa daha önemlidir, oysa yüzlerce diğeri bunu küçümsüyor. Senin aslında ortalamanın altında değil, üstünde bir baba olduğunu henüz görüyorum.
Daha ne söyleyeyim? Şimdi ben ve sen aynı durumdayız. Kendini nasıl hissettiğini biliyorum, ama dayanacağına inanıyorum. İnsanların kendi yaptıkları yanlışı görecekleri ve az sonra, beklediğinden çok daha çabuk, her şeyin biteceğinden son derece eminim. Ben senin orada kalmanı ceza olarak değil, hayatın insanı tabi tuttuğu bir test olarak kabul ediyorum. Dayan, çünkü herkesin öyle bir şansı yok. Birçoğu kendi hayatını evlerinin hermetik, yarı saydam atmosferinde, burnundan öte göremeyerek geçirmektedir. Onlar hiçbir zaman kendilerinin gerçek hedefini veya hayatlarının anlamını bulamakaycaklardır. Sadece senin gibi, yaratıcılar ve ideologlar, evrensele önem verenler, kendi kişisel çıkarlarını göz ardı edenlerin gerçek hedefi vardır. O kariyeristler, o kendi benliğini besleyenler, nefreti bile hak etmiyorlar. Belki bir gün onlar da, bedensel olsun ruhsal olsun, insanlığın bölünmesi ve parçalanmasının artık yeter olduğunu anlayacaklardır. Kendilerini yücelterek, tüm insanlığın daha iyi yarınlara gitmesini belki anlayacaklardır. Bazıları artık bunun farkındadır. Bazıları da, Tagore’nin dediği gibi, kendilerini aşan bir şeyin temsil ettiğini artık hissetmektedirler.
Senin de böyle olduğunu biliyorum ve ben ben senin fikirlerini paylaşıyorum. O fikirler için hapse gidilirse, o zaman benim de yerim oradadır. Sonuçta, hayat sadece bir oyun, bir illüzyon ve beklenen sonsuzlukla kıyaslandığında, bir hiçtir!
Vasil.”

UDBA – Yugoslavya gizli polisi.
Judith Butler, Antigone’s Claim: Kinship Between Life and Death, New York: Columbia University Press, 2000, p. 24.
Dedinye (Belgrad), Pantovçak (Zagrev) ve Vodno (Üsküp); Sırbıstan, Hırvatistan ve Makedonya’nın önde gelen komünistlerin tanınmış semtleriydi.
Viktor Jerofejev, Dobri Stalin, Beograd: Geopoetika, 2005, p. 50.
UDB - bugünkü Makedonya’nın devlet güvenliği servisi
YNA (JNA) - Yugoslav Halk Ordusu

 

Post a Comment